25 Eylül 2012 Salı

Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer dillere destan olmuş koca Bizans’ta?
Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile, boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı, bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam. ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana Ve bir sürü soru.

Okumuş Bir İşçi Soruyor/ B. Brecht

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Suzan Sontag


"baskalarina cektirilen ve bizim goruntuler seklinde izledigimiz, acilarla kurdugumuz dussel yakinlik, uzakta istirap ceken insanlarla, ayricalikli izleyiciler arasinda dupeduz gercekdisi bir bag oldugunu dusundurur ve bu bag, iktidarla iliskimizi duzenleyen mistifikasyonlardan biridir. ne kadar cok sempati duyarsak, acilara yol acan gelismelerde bir sucumuz olmadigi hissine kapilmamiz da o kadar kolaylasir. sempatimiz acziyetimizin yanisira, masumiyetimizin de ilanidir."

3 Eylül 2007 Pazartesi

We alone was the face of our Time. Through us the horn of time blows in the art of the world.

The past is too tight. The Academy and Pushkin are less intelligible than hieroglyphics. Throw Pushkin, Dostoevsky, Tolstoy, etc., etc. overboard from the Ship of Modernity.

He who does not forget his first love will not recognize his last.

Who, trustingly, would turn his last love toward Balmont’s perfumed lechery? Is this the reflection of today’s virile soul?

Who, faint-heartedly, would fear tearing from warrior Bryusov’s black tuxedo the paper armor-plate? Or does the dawn of unknown beauties shine from it?

Wash your hands which have touched the filthy slime of the books written by the countless Leonid Andreyevs.

All those Maxim Gorkys, Krupins, Bloks, Sologubs, Remizovs, Averchenkos, Chornys, Kuzmins, Bunins, etc. need only a dacha on the river. Such is the reward fate gives tailors.

From the heights of skyscrapers we gaze at their insignificance!...

28 Ağustos 2007 Salı

İnsan, yalnızca vardır, kendinden önceki bir modele, bir taslağa, bir öze göre ve belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan öncelikle varolur ve kendisini daha sonra tanımlar. İnsan yalnızca vardır ve kendisini nasıl yaparsa, öyle olur. İnsanın önceden belirlenmiş bir özü olmasa da, basit ve bilinçsiz bir varlık değildir. İnsan bilinçli öznedir; insan, varolduğunun bilincindedir. İnsana önceden verilmiş ve değişmeyen bir öz yüklemek söz konusu olamaz. Bilinçli bir varlık olan insan, 'ne değilse odur, ne ise o değildir.' Yani, bilinçli bir varlık olan insanda, sonsuzca değişme kapasitesi vardır. Onu şimdi olduğu şeyle tanımlayamazsınız, çünkü tanımladığınız anda, o başka bir şey, başka bir birey olma yoluna girmiştir.